16 Eylül 2016 Cuma

6 EYLÜL 1955 OLAYLARINI KİM PLANLADI, KİMLER YAPTI ?, MEHMET ARİF DEMİRER

6 EYLÜL 1955 OLAYLARINI KİM PLANLADI,
KİMLER YAPTI ?
GİRİŞ
6 Eylül 1955 Olaylarını, Londra’daki üçlü Kıbrıs Konferansı ile ilişkilendirmeden, bu Konferans’ta açıklanan Türkiye’nin Yeni Kıbrıs Tezi’nin uluslararası kamuoyunda bıraktığı olumlu izlenimleri görmezlikten gelerek, İstanbul’da 6 Eylül günü öğle saatlerinde duyulan bomba haberi sonucu başlayan öğrenci eylemlerinin daha sonra kontrol dışına çıkması nedeniyle şehirde kısa bir süre – yaklaşık 4 saat – için asayişsizlik yaşandığını çok abartarak anlatmak ve sanki 48 saat sürmüş gibi “6 – 7 Eylül Olayları” deyimini kullanmak abesle iştigaldir.
Bu olayların öğrenci yürüyüşü sonrası 4 saatlik bölümü,  Rumların oturdukları evlerin vd. işaretlenmesi dahil, önceden planlanmıştır.
Yunan Derin Devleti olayların bu ölçüye taşmasını planlamıştır, çünkü her ne pahasına olursa olsun, Londra Konferansı’nın sonuç bildirisi yayımlanmadan dağılmasını istiyordu.
Ancak hemen belirteyim aktörler Türklerdi. Kısaca yürüyen ve slogan atan öğrenciler de, dükkanları vd. tahrip ve talan edenler de Türklerdi. Bizdik. Aşağıdaki açıklamalarda suçu bir başkasın atmak gibi bir niyet yoktur.
Sadece şu gerçeğin çok açık ve net biçimde ortaya konması gerekmektedir:
Bu olaylardan kim yararlandı ise o planlamıştır. Ancak olayları fiilen yapan bizdik. Bunu örtbas etmek hem anlamsız hem de gereksizdir.
Ancak bu olayları 1942 Varlık Vergisi ile irtibatlandırmak, ya da ATATÜRK’ün ulus devlet  yaratmak projesinin bir parçasıymış gibi göstermek de yanlıştır. Unutulmaması gereken bir gerçek, 1930 yılında ATATÜRK’ün onayı alınarak imzalanan Türk – Yunan Antlaşmasına göre sayıları 1955 yılında 17 bine ulaşmış Yunanistan vatandaşı İstanbullu Elen vardı, nüfusu 1.5 milyon olan şehirde. Bu kişiler, İstanbul’da taşınmaz mal edinmek, işeri açmak ve bunları varislerine bırakmak haklarına sahiptiler.
O günkü dünyada başka bir eşi ya da benzeri yoktur. 
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’da komünistlerle hükümet taraftarları arasında ciddi bir iç savaş yaşandığı ve Yunan nüfusu içinde küçümsenmeyecek bir komünist unsuru bulunduğu da unutulmamalıdır. İstanbul’daki Elenlerin arasında komünist bir azınlık olduğu bir ihtimal dahi olsa düşünülmelidir.
Olayları Yunan Derin Devleti’nin planlamış olabileceğinin en kuvvetli nedenleri:
1.      İstanbul Ekspres Gazetesinin, gazeteyi o gün öğleden sonra abartılı bir şekilde çıkaran yazı işleri müdürü Gökşin Sipahioğlu, son yıllarında olaylar hakkında hem çok değişik hem de çelişkili açıklamalar yapmıştır.
2.      Gökşin Sipahioğlu, 1955 yılından bir süre sonra Paris’te bir fotoğraf ajansı kurmuştur. Hangi sermaye ile?  
3.      En çarpıcı neden: 7 Eylül sabahı, bütün gece olaylar Avrupa radyo ve televizyonlarından duyurulmuş olmasına rağmen, Yunan Dışişleri Bakanı Londra’da konferansın sabah oturumunda olayları hiç duymamış gibi davranmıştır.
4.      Bu olaylar ve Konferansın sonuç bildirisi yayımlayamadan 8 Eylül sabah dağılması sayesinde Yunanistan, dünya kamuoyu nezdinde Kıbrıs konusunda “taraf” olmaya devam etmiş ve Türkiye’nin “taraf” olmadığı iddiasını sürdürmüştür.
Aşağıda yazı ve gazete kupürleri bu perde arkası bilgilerle birlikte değerlendirilmelidir:  
6.9.1955 GÜNÜ YAŞANAN ve 6 SAAT SÜREN OLAYLARIN TARİHÇESİ
Yunanistan 1954 yılında Kıbrıs’ta özerklik konusunu ABD, İngiltere ve Türkiye’nin itirazlarına rağmen Birleşmiş Milletlere götürmüş ve 15 Aralık günü yapılan oylamada önergesi reddedilmişti. Bir gün sonra nümayişçiler Selanik’te ATATÜRK’ün doğduğu eve, o tarihte ATATÜRK Müzesi olmuştu, saldırmışlar; polis güçlükle önleyebilmişti.
24 Saat dahi geçmeden Selanik’te ATATÜRK Müze binası ve konsolosluğa saldırılar:
Bu hezimetteN sonra Yunan Silahlı Kuvvetlerinde görevli bir albay Kıbrıs’ta bir terör örgütü kurmak ve pusuya yatarak arkadan insan öldürmeyi öğretmek üzere görevlendiriliyordu. Kurduğu örgütün adı EOKA, PKK’nın Rum versiyonu.
EOKA İngiliz askerlerine ve polislere saldırıyor ve öldürüyordu. Polislerin büyük çoğunluğu Türk idi. Sonuçta kısa bir sürede adada iki toplum arasında derin bir gerginlik oluşunca İngiliz Hükümeti 29 Ağustos’ta Londra’da bir konferans düzenleyerek Ankara ve Atina’yı davet etmişti.
Türkiye Heyeti Konferans’a katılmak üzere 25 Ağustos günü hareket edecekti. 24 Ağustos günü Başbakan Menderes basına önemli ve uzun bir açıklama yaptı. En önemli cümle:
“Baksınlar, görsünler: Memleketimizdeki Rum vatandaşlarımızla ne derecelere kadar kardeşçe ve hepimiz aynı vatanın çocukları olmak bahtiyarlığı içinde yaşamaktayız.”
26 Ağustos 1955 tarihli ULUS Gazetesinde manşet:
“İnönü’nün Kıbrıs’a dair demeci:
“HÜKÜMETLE BERABERİZ”
Türkiye Heyetine Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu başkanlık ediyordu.   Bakanlığın en güzide diplomatlarından oluşan bir Kıbrıs Masası oluşturulmuştu. Heyet kısa bir sürede Türkiye’nin yeni Kıbrıs tezini hazırlamıştı. Zorlu bu tezi 1 Eylül günü konferansta okuyunca özellikle Yunan heyeti şaşkına dönmüştü. Çünkü 1954’e kadar “Kıbrıs bizim sorunumuz değil” diyen Türkiye, artık değişik bir konuma geçmişti:
“Biz Kıbrıs’ta egemenliği Lozan’da İngiltere’ye devrettik. İlişkili Lozan belgesinin altında 2 imza var: Türkiye ve İngiltere. Yunanistan yok.
“Eğer İngiltere, Kıbrıs’taki egemenlik haklarından kısmen ya da tamamen vazgeçiyorsa ada eski sahibine döner. Yunanistan Kıbrıs konusunda ‘taraf’ değildir.”
2 Eylül’den sonra olaylar peş peşe geldi:
2 Eylül akşamı Yunan Dışişleri Bakanı Atina’ya döndü.
5/6 Eylül gecesi Selanik’te ATATÜRK müzesinde bomba patladı.  Birkaç cam kırıldı.
6 Eylül günü Türkiye Devlet Radyosu Selanik’teki bomba olayını 13:00 Haberlerinde sekizinci sayfada, heyecansız ve sakin bir şekilde verdi.
6 Eylül günü İstanbul Ekspres gazetesi bomba olayını abartarak ve okuyucuları kışkırtmak amacı ile büyüterek verdi. Saat 18:de öğrenciler Beyoğlu’nda protesto yürüyüşü yaptılar. Saat 20:00’de havanın kararması ile çoğunluğu Cibali sigara fabrikası işçileri ağırlıklı olarak gençler Beyoğlu’ndaki dükkanları tahrip etmeye başladılar. Saat 22:00’den sonra Anadolu’da kırsal alanlardan gelen ve şehrin varoşlarında yeni oluşmakta olan gecekondu mahallelerinde yaşayan kişiler tahrip edilen dükkanları talan ettiler. Saat 24:00’de 19 tabur asker 4 saat gecikme ile olayların yaşandığı semtlere geldi, sıkıyönetim ilan edildi ve olaylar sona erdi.
37 - 6 Eylül 1955 2
Görüldüğü gibi gazetede “Kıbrıs” sözcüğü YOK !
Türk basını elli yıldır 6 saat süren olayları ‘6/7 Eylül Olayları’ diye verdi. Okuyanlar da olayların iki gün devam ettiği izlenimini aldılar. 
Son bir örnek:
ZAMAN Gaztesi, 25 Ocak 2009, Mümtaz'er Türköne – bu kişi bilim madamı, profesör !
Tam 54 yıl önce, 6-7 Eylül 1955'te İstanbul iki gün devam eden bir yağmalamaya sahne oldu. İki gün boyunca Rum azınlık başta olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin dükkanları, evleri, okulları ve mabetleri tahrip edildi ve yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.”
7 Eylül günü olay yoktu. Asker denetiminde temizlik yapıldı. 8 Eylül tarihli gazete ↓
C:\Users\marif144\AppData\Local\Microsoft\Windows\INetCache\Content.Word\7.9.1955 sabahı ZAFER.JPG
Olaylar nedeniyle Londra’daki konferans, sonuç bildirgesi yayımlayamadan 8 Eylül sabahı dağıldı. Yunanistan’ın Kıbrıs sorununda ‘taraf’ olmadığı dünya kamuoyuna duyurulamadı.
1957 seçimlerinde Adana ve Ankara’yı kaybeden DEMOKRAT PARTİ, İstanbul’u Rumların  sayesinde kıl payı kurtardı, Feriköy’de sandıklardan ezici bir çoğunlukla DP çıktı !
27 Mayıs’tan sonra Fuat Köprülü, tamamen kişisel husumetine dayalı olarak olayları Zorlu ve Menderes’in tertiplediğini iddia etti.
Konu Yassıada’da bir dava konusu yapıldı ve 5 Ocak 1961 günü mahkeme DP Genel Başkanı Menderes ile 1955’te Devlet Bakanı olan Zorlu’yu altışar yıl hapse mahkum etti.
Bir gün sonra 6 Ocak günü Fuat Köprülü’nün oğlu, olaylarda Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı olan Orhan Köprülü, Devlet Başkanı Gürsel’in 10 kişilik kontenjanından Kurucu Meclis’e girdi !
Hani İstanbul’daki DP örgütleri tertiplemişlerdi, olayları?
Partinin Genel Başkanı – Menderes -  6 yıl cezaevine, İstanbul İl Başkanı en yüksek devlet maaşı ile Meclis’e. İşte 27 Mayıs darbe rejimi ve Yassıada adaleti buydu.
Yassıada’da tanık olarak dinlenen iki önemli kişi vardı.
Necdet Uğur, 6 Eylül 1955’te İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, daha sonra Ecevit’in Milli Eğitim Bakanı.
Kendi daktilosu ile yazdığı açıklama notu:
7 Eylül günü, bir gün öncekilere benzeyen hiçbir olay yaşanmadığı için son paragraftaki görüşe katılmıyorum. İstanbul basını uzun bir süre, birkaç yıl, “6 Eylül Hadiseleri” deyimini kullanmıştır.
Alaeddin Eriş, 6 Eylül 1955’te İstanbul Emniyet Müdürü. Kendisini vefatından 2-3 gün önce ziyaret ettim. Babamın iyi arkadaşı idi. Söylediği: “Adnan Bey’e – Menderes – kırgın gidiyorum. Bana o gece Valilikte arkasını döndü. Oysa ben polislerim ile Yunan Başkonsolosluğu ve Rum Patrikahnesi’nin önünde etten duvar ördürmüş, tek bir pencere camı dahi kırılmasını önlemiştim. Başka da polisim yoktu o bölgede.”


KAYNAKÇA:

Demirer, Mehmet Arif. 6 Eylül 1955-Yassıada 6/7 Eylül Davası,[1]Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995
Demirer, Mehmet Arif. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda yeni Bakış – Hangi derin Devlet?[2], Demokratlar Kulübü, Ankara, 2006
Demirer, Mehmet Arif. Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği[3], Profil, İstanbul, 2009




















YORUMLAR

BİRİNCİ YAZI:

Yasin Dönmez’in 6/7 Eylül Olayları başlıklı yazısı
Yazıdan özet alıntılar:
“Bu saldırılara yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı düşünülmektedir.
İstanbul’un 24 Ekim 1955 nüfusu sayımında tespit edilen toplam nüfusu 1.5 milyon idi. Yarsı kadın: 750 bin. Erkeklerin olaylara karışan 20 – 30 yaş aralığında kişilerin toplam erkek nüfusu içinde kaç kişi olduğunu bir nüfus bilimci tahmin edebilir.
“Saldırıyı yapan grupların önderlerinin bir kısmında gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adreslerinin bulunması bu olayların birilerinin desteğiyle yapıldığını gösteriyordu.
Bunları en iyi bilen İstanbullu Elenler idi !
“Bursa ve Samsun'da ise güvenlik güçleri Rum yerleşimlerini korumaya almış ve çıkabilecek herhangi bir olayı daha en başından önlemiştir.
Bursa ve Samsun’da 1955 yılında Rum yerleşimleri?
“Nedenleri
“Olayların fitilini ateşleyen hadise 6 Eylül günü Selanik'te bulunan Atatürk'ün doğduğu evin bombalanmasıdır. Bu bombalamanın, daha sonra Nevşehir valisi de olan, Yunanistan'ın Türk azınlığından olan Oktay Engin adlı öğrenci tarafından yapıldığı da Yunan emniyetinin araştırmaları sonucundan ortaya çıkmıştır.
Oktay Engin Türkiye’de yargılanmış ve beraat etmiştir. Yunanlılar kendisini gözaltına almışlar ama yargılayamadan – ellerinde hiçbir delil yoktu – serbest bırakmışlardır. 
Oktay Engin aleyhinde yazı yazan köşe yazarları aleyhine davalar açmış ve hepsini kazanmıştır.
1994 yılında ben 6 Eylül Olayları çalışmalarıma başlarken işyerime gelmiş ve el yazsı ile 3 sayfa bir açıklama yaparak bomba olayı ile hiçbir ilgisi olmadığını beyan etmiştir.
“Olayın duyulmasından sonra zaten basın tarafından sürekli gündemde tutulan Kıbrıs Sorunu da bahane edilerek olaylar başlamıştır.
Olaylar “ATA’mızın evine Bomba…” başlığı ile başlamıştır. Öğrenciler arasında Kıbrıs Türktür Cemiyeti üyeleri bulunması ile olayların medyamızda yazıldığı gibi Londra Konferansında Zorlu’nun durumuna destek olsun diye başlatıldığı iddiası arasında bir ilişki kurmaya çalışmak yanlıştır. Zorlu’nun desteğe hiç ihtiyacı yoktu.
“Olayların olduğu zaman İngiltere'nin hâkimiyetinde olan Kıbrıs adasında Yunanistan'la birleşme planının (Enosis) savunucuları olan Rumlar tarafından kurulan EOKA örgütü İngiliz ve Türklere saldırılar düzenliyordu. Türk tarafı Kurtuluş Savaşı'ndan sonra sağlanan Yunan barışını bozmamak için ilk zamanlarda pasif bir tutum sergilemiştir. Bunun sonucunda basın tarafından Kıbrıslı Türklerin '' hayati problemlerini '' görmezden gelinmesiyle suçlanan hükümet adına dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak şu açıklamayı yapmıştır:
"Baylar, ortada 'Kıbrıs Sorunu' diye bir şey yoktur. Bunu bir süre önce muhabirlerin sorularına karşılık verirken söylemiştim. 'Kıbrıs Sorunu' diye bir şey yok çünkü ada Büyük Britanya'nın egemenliği ve yönetimi altında. Biliyoruz ki, İngiltere'nin bu ada üzerindeki haklarını başka bir güce devretmek gibi bir düşüncesi zerrece yoktur ve hiçbir zaman da bu yönde bir eğilim göstermemiştir.
Yasin Dönmez’in bu hatasının affedilecek bir yanı yoktur. EOKA, 1955 yılında kurulmuştur. Necmettin Sadak, Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay hükümetlerinde Dışişleri Bakanı idi, 10 Eylül 1947 - 22 Mayıs 1950 tarihleri arasında !
“Kıbrıs sorunuyla ilgili pasiflik Yunanlıların Kıbrıs üzerinde hak iddia etmesiyle birlikte bozuldu. Yunanistan Kıbrıs Sorunu için BM'ye başvurdu. Bunun akabinde de Türk hükümeti ''Kıbrıs Komisyonu'' kurdu ve Kıbrıs stratejisi belirlendi.
Yunan başvuru ve hezimeti 1954 yılında, Bakanlıkta Kıbrıs Masası’nın oluşturulması EOKA’nın insan öldürmeye başlamasından sonra, Haziran 1955.
“Olaylar sırasında dikkat çeken en önemli husus ise güvenlik güçlerinin pasifliğidir. Güvenlik güçleri halkı engellemek şöyle dursun olaylara karşı sempati beslemişlerdir:
Bkz. İstanbul Emniyet Müdür ve Yardımcısı Alaeddin Eriş ve Necdet Uğur’un yukarıda verdiğim açıklamaları.
“Eylemler sırasında sendikalar ve DP örgütleri de aktif olarak orada bulunuyordu. Sendika örgütlerinin getirdiği taşlar, baltalar ve diğer aletlerle yıkım ekipleri oluşturuluyordu. Ayrıca sendikalar İstanbul dışından birçok insanı o gün İstanbul'a getirmişti. DP örgütleri de olaylarda aktif bir şekilde görev almıştır. DP genel merkezinden gönderilen genelgeyle harekete geçen DP örgütleri olaylara aktif olarak girmiştir.
DP örgütleri aktif ama il başkanı Kurucu Meclis’e alınıyor?
“Atatürk'ün evine bomba koyan şahsın daha sonrasında Türkiye'ye gelip MAH için çeşitli görevler üstlendiği bilinmektedir.
Bilinmemekte, haksız yere iddia edilmektedir.
“Hükümet üyelerinin de bu olaylarda parmağı olduğu dış kaynaklar tarafından söylenmektedir. Buna dayanak olarak da o sırada yapılan konferansta Yunanistan'a karşı baskı oluşturmak isteği olduğu yatmaktadır.
“O sırada yapılan konferans”  bu yazının ve dayandığı kitabın affedilmez hafifliğinin en çarpıcı örneğidir.
Hangi konferans? Canlı şahidiyim. Zorlu ve Türk Heyeti’nin Londra’da İstanbul’da vur-kır’lı bir nümayişe zerre kadar ihtiyaçları yoktu.
“1960 Darbesi'nden sonra kurulan Yassıada Mahkemeleri'nde bu olay dava konusu oldu ve Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu'nun hükmüne karar verildi.”
27 Mayıs rejiminin Menderes ve Zorlu husumetleri onlara bu davada altışar yıl ceza kesti ancak Bayar’ı dava dışı bırakmak zorunda hissetiler kendilerini. Yasin Dönmez’de bu ayrıntı bile yanlış. 


SONUÇ:

Siyasal Bilgiler Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Yasin Dönmez, bir kitap okumuş, sapla samanı karıştırarak, takdim tehir hataları da yaparak bir yazı yazmış. Yazı çok beğenilmiş olmalı ki,  çok sayıda eposta adresine gönderilmiş.
Yasin Dönmez’in okuduğu kitap, tamamen yabancı kaynaklara dayalı olarak Almanya’da yapılmış bir doktora çalışmasının Türkçe çevirisidir. Bu kitabın yazarı ve yayımcısı aleyhine 2005 yılında İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinde bir dava açtım. Dosya No. 2006/451 Yazar, mahkemenin gönderdiği tebligatı almamak için muhtarlıktan kaydını düşürttü !
Mahkeme iki kez yayımcı Tarih Vakfı aleyhine kadar verdi. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi iki kez yerel mahkemenin kararını bozdu. Gerekçe, “bilirkişiler ehil değil” !  Birinci heyet, biri profesör 3 bilim adamından oluşmuştu. Mahkeme dosyayı üçüncü defa yeni bir bilirkişi heyetine göndermek için para yatırmamı istedi. “Artık yeter” diye düşünerek, yatırmadım. Dava bu nedenle reddedildi ! 42 sayfalık temyiz dilekçesi yazdım. Hakim, PTT kanalı ile gönderdiğim gider avansını “Alınmadı” diye dilekçemi Yargıtay’a göndermedi, EK – 1.
Aslında açtığım davanın bilirkişiye gönderilmesi gerekmiyordu. Yazar, benim 1955 yılında yayımlanmış kitabımdan – 6 Eylül 1955, Yassıada 6/7 Eylül Davası – Menderes’in 24 Ağustos günü basına yaptığı açıklama metni ile Zorlu’nun 28 Ağustos tarihli telgrafını – her ikisi de daha önce hiçbir yerde yayımlanmamıştı – almış, kuşa çevirerek kısaltmış, örneğin Menderes’in yukarı verdiğim cümlesi yok, Almancaya çevirmiş, daha sonra doktora tezi Türkçeye çevrilirken, benim Türkçe metinlerimi kullanacağı yerde,  yeniden çeviri yapıldığı için her iki metin de asıllarından çok farklı olarak yayımlanmış kitabında.
Yargı, 11 yılda bu durumu çözemedi. Böyle son derece basit bir ihtilafı çözemeyen Yargı neyi çözer, diye düşünüyor insan ister istemez. Dünya kadar harcama yaptım, harçlar, bilirkişi ücretler vs.   














***

YORUMLAR

İKİNCİ YAZI
Arslan Öz’ün  Bir İngiliz Oyunu: 6 – 7 Eylül Olayları başlıklı yazısı
Arslan Öz, Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e 1954 yılında gittiğinin, hezimete uğradığının ve bu nedenle EOKA’yı kurduğunun farkında olmadan yazmış ve bu nedenle yazısı baştan sona temelsiz kalmış.
Ayrıca şu beyanlar o kadar yanlış ki, nesini eleştireceğimi-yorumlayacağımı bilemedim: 
“1955 yılına gelindiğinde Yunanistan’ın adanın kendilerine bağlanması ve İngiliz sömürge yönetimine son verilmesi için ilgili yılın sonbaharında konuyu Birleşmiş Milletler gündemine taşıyacağını dünya kamuoyuna duyurması adada yaşayan Türkler ve Türkiye den çok İngilizleri rahatsız etmiştir. Çünkü; 1950 li yılların ortalarına gelindiğinde Türkiye, dış politikasında Kore savaşı, Soğuk Savaş , NATO’ya girme çabası ile, iç politikada ise ekonomik sıkıntılar ve muhalefetin baskısı ile sıkışmış durumdadır.”
Bu paragraftaki hataların doğruları:
·        Soğuk Savaş’ın başladığı yıl: 1946. Türkiye 5 Nisan 1946 günü Missouri savaş gemisinin İstanbul ziyareti ile Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren en önemli odak noktası.  Bu olayın Menderes ile ilgisi yok.
·        Kore Savaşı ve Türkiye’nin bu savaşa takviyeli bir tugay ile katılması 1950 yılında.
·        Türkiye’nin NATO üyeliği 18 Şubat 1952 tarihinde:
nato üyeliği
Menderes’in şu sözleri çok önemlidir:                                                                                                
“BU ESER HİÇ ŞÜPHE YOK, TÜRK MİLLETİNİNDİR”
·        1954 ve 1956 yılları 1950 – 1960 döneminin en büyük ve en hızlı yatırımlarının yapıldığı üç yıldır. 1954 seçiminde Menderes T. C. siyasi  tarihinin en yüksek oyunu almıştır: % 5.4 !
“İngiltere Türkiye’nin Yunanistan’ın girişimlerine duyarsız kalması nedeniyle adadaki Türklerin ve Türkiye’nin uyandırılması gerektiğini düşünerek harekete geçer. İngiliz dış işleri bakanı Harold MacMillan taraflara (Türkiye ve Yunanistan) Londra da bir konferans düzenlemeyi önerir. Amaç Kıbrıs konusunda taraflar arasında Kıbrıs sorununun çözümüne katkı yapmak değil, Yunanistan’ın Birleşmiş Milletlere gitmesini engellemektir… İngiltere bilmektedir ki adadaki ve Türkiye deki uyuyan Türkler uyandırıldığında Kıbrıs konusu Birleşmiş Milletler gündemine girmeyecektir.”
EOKA, 1 Nisan 1955’den itibaren Ada’da insan – İngiliz askerleri, aileleri ve Türk polisler – öldürmeye başlayınca iki toplum arasında çok ciddi bir gerginlik oluşur. İngilizlerin Türkiye ve Yunanistan’ı Londra’ya Konferans’a davet etmesi NATO üyesi iki müttefikinin Kıbrıs nedeniyle karşı karşıya gelmelerini önlemektir.
Yunanistan 1958 yılı Aralık ayında Kıbrıs konusunu bir kez daha Birleşmiş Milletlere götürecektir:
“Tarafların kabulü ile 29 Ağustos 1955 te toplanan Londra konferansında daha önce uyarılmış olan temsilcimiz dış işleri bakanı F. Rüştü Zorlu Yunanistan ın adayı kendine bağlama girişiminde bulunması halinde Lozan antlaşmasını tekrar gözden geçirme tehdidinde bulunur. Görüşmelerde ilerleme kaydedilememesi üzerine konferans 06 Eylül 1955 günü dağılır.”
Zorlu Dış İşleri Bakanı değildi. Devlet Bakanı ve Heyet Başkanı idi. Konferans, Olaylardan önce değil,  8 Eylül günü Sonuç Bildirisini yayımlayamadan dağılmıştır.
EK - 1
İSTANBUL 3. FİKRİ VE SINAİ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİNE
Dosya No 2014/173
TEMYİZ EDEN DAVACI:                 Mehmet Arif Demirer
DAVALI:                                            Türkiye Ekonomik Toplumsal Tarih Vakfı
VEKİLİ:                                              Av. Ahmet Dindar, Gürsel Mah. Aynur Sok. No 10/4, Kağıthane, İstanbul

KONU: 4.1.2016 günü tebellüğ edilen ÇAĞRI KAĞIDI’ndaki İHTAR hakkında açıklamalar.
Yargı, vatandaşların haklarını aramak için oluşturulmuş bir kurumdur. Ne zaman ki, Yargı, mahkeme yargıcı ile hak arayan vatandaş arasında bir inatlaşmaya yol açar, temel işlevini yerine getirmemiş olur.
Dosyanın Yargıtay’dan döndükten sonra geçirdiği aşamaları kronolojik olarak arz ediyorum:
1.      Gider avansı havalesi:                                             05.09.2014 (EK – 1 ve EK – 2)
2.      Arabuluculuk Önerisi dilekçesi:                                    18.02.2015
3.      Davanın reddi:                                                 26.03.2015
4.      Ret kararının tebellüğ edildiği tarih:                               22.04.2015
5.      Temyiz dilekçesinin tarihi:                                            29.04.2015
6.      Temyiz dilekçesine ilişkin ödemeler alındısı:         0.4.05.2015 (EK – 3)
7.      Gider Avansına ilişkin Çağrı Kağıdı:                 2?.05.2015 (okunmuyor, EK – 4)
8.      Temyiz Talebinin Reddine Dair Karar:              15.09.2015
9.      Kararın tebellüğ edildiği tarih:                           09.10.2015
10.  Karara itiraz dilekçesi:                                     15.09.2015
11.  5.9.2014’te havale edilen avansın ikinci havalesi:          16.10.2015 (EK – 5)
4.1.2016 tarihinde tebellüğ edilen 2015/64 sayılı Karar ile ilişkili olduğu anlaşılan Çağrı Kağıdındaki İHTAR:
“…. yatırmanız gereken maktu temyiz harcı ile temyiz yoluna başvurma harcını ödemediğiniz anlaşılmakla….”
4.1.2016 günü tebellüğ edilen Çağrı Kağıdındaki bilgi ile ilişkili 15.9.2015 tarihli Karar çelişmektedir:
a. Anılan Karar’da “temyiz posta masrafının” yatırılmamış olduğu iddia edilmektedir. Bu yanlıştır. 100 TL Gider avansı tarafımdan 5.9.2014 tarihinde havale edilmiştir. Sayın Mahkemeniz tarafından tahsil edilememiştir. Bunda benim bir kusurum söz konusu değildir.
b. 4.1.2016 günü tebellüğ edilen Çağrı Kağıdında ise maktu temyiz harcı ile temyiz yoluna başvurma harcının” ödenmediği iddia edilmektedir. Bu da yanlıştır. Temyize ilişkin harçlar 4.5.2015 tarihinde ödenmiştir; bkz. EK - 3.
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıdaki açıklamaların ve ekli beş belgenin incelenerek gerek 15.9.2015 tarihli Karar’dan gerekse 4.1.2016 tarihinde tebellüğ edilen Çağrı Kağıdındaki, anılan karar ile çelişen, İHTAR’dan rücu edilerek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesini, aksi yönde karar verilirse bu yönde alınacak Gerekçeli Kararın tarafıma tebliğini saygıyla arz ediyorum.
Mehmet Arif Demirer
Geçici adres: Reşit Galip Caddesi 101/11, G.O.P. Ankara    


[1] Bu kitap 2 yılda yoğun bir araştırma sonunda yayımlandı. Daha önce Hulusi Dosdoğru’nun aynı yayınevi tarafından yayımlanan ve çok maddi hata içeren kitabına cevap idi. Olaylarla ilişkili ve hayatta olan herkes ile söyleşiler yapıldı.  Varılan sonuç:
   Olayları Demokrat Parti tertiplemedi. Kim tertipledi, belli değil.   
[2] Olayları Yunan Derin devleti tertiplemiş olabilir.
[3] Olayları Yunan derin Devleti tertipledi. 

1 yorum:

  1. Aynı dönemde NATO Türkiye içi Kontr-Gerilla / Gladyo kurulmasının tamamlandığı.

    Türk İstihbaratı'nın MİT ilk defa bu dönemde kurulduğu, kuruluşu ABD-İng yaptığı,
    O yıllarda MİT'in maaşlarını halen ABD'den ödendiği
    Olaylardan birkaç gün önce İngiliz İstihbaratı Başkanı'nın İstanbul'da bulunduğu bilgileri de var.

    YanıtlaSil