25 Mayıs 2018 Cuma

24 Haziran 2018 Seçimleri Sayın Cindoruk, 16 Nisan 2017 Referandumunu şöyle tanımlamıştı: “Bu Referandum bir YIKIM HAREKETİDİR.” Yıkılacak olan ise: ATATÜRK’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti idi.

24 Haziran 2018 Seçimleri
Sayın Cindoruk, 16 Nisan 2017 Referandumunu şöyle tanımlamıştı:
“Bu Referandum bir YIKIM HAREKETİDİR.”
Yıkılması söz konusu olan: 
"ATATÜRK’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti" idi!.. 
Onun yerine geçecek olan bir başka devlet idi ve 4 Ağustos 2017 gecesi Ayhan Oğan CNN TÜRK’te yeni devleti çok açık bir şekilde tanımlamıştı:
“Şimdi biz yeni birdevlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır.”
“Yeni bir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık beyefendi.”
“Sosyal medyadan vatan kurtaran aciz yaratıklar bize saldırıyor, kimse bizim vatanseverliğimizi test etmeye kalkışmasın.
16 Nisan itibarıyla artık yeni bir süreç başlamıştır. Bu, devletin yeniden teşkilatlanma, organize olma sürecidir, yeniden inşa sürecidir.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, kurucu partisi CHP’dir.
İkinci kuruluş, Türkiye’nin tam bağımsız, halkın devleti olarak dizayn edildiği, kurumsal yapıya kavuştuğu zeminin lideri de Tayyip Erdoğan ve onun yanında saf tutan siyasi liderlerdir. Ve o kuruluşun partisi de AK Parti’dir.”
Sayın Cindoruk da, 16 Nisan’dan kısa bir süre önce gönderdiği ve 8 Nisan tarihli ANAYURT Gazetesi HAYIR sayfasında yayımlanan yazısında şu önemli tespiti yapmıştı:
“Bu Referandum bir yıkım hareketidir. TBMM’ne bağlı parlamenter demokrasiyi yıkma hareketidir. Hangi yaşta olursak olalım, geçmiş Türkiye’de, güzelim Türkiye’de yaşayan herkes, siyasi parti ayırımı gözetmeden, Cumhuriyet’i savunmak ve Cumhuriyet’i korumak zorundayız…”
8 Nisan 2017 tarihli ANAYURT Gazetesi HAYIR sayfasının başlığı, “CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAYIR DİYOR” idi.,
16 Nisan 2017’de HAYIR oyu % 49’da kaldı. Anayasa değişti. Erdoğan’ın yeni devletine yönelik ilk adım atılmış oldu.
24 Haziran 2018 günü Türk Milleti sandığa gidecek, Cumhurbaşkanını ve TBMM yeni milletvekillerini seçecek.
TBMM’nin yapısı nasıl oluşursa oluşsun, eğer Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse YIKIM HAREKETİ tamamlanmış, ATATÜRK’ün Cumhuriyet’i yıkılmış, olacaktır.
Eğer, Erdoğan birinci turda % 51 ile seçilemez ve seçim sonucu ikinci tura kalırsa, YIKIM HAREKETİ tamamlanamamış olacak ve iki hafta sonra bir daha sandığa gidilecektir.
Benim tahminim, Erdoğan’ın birinci turda % 42’de (veya daha da az) kalacağıdır.
25 Haziran’da böyle bir tablo ile karşılaşılır ise, ikinci tura kadar iki hafta boyunca neler olabilir?
Erdoğan İngiltere’de yaptığı açıklamalarda B ve C planlarından bahsetti.
Yeni bir ‘7 Haziran – 1 Kasım’ sürecini mi kastetti? Bilemiyorum.
Bildiklerime gelince…
Bu dergide 2010 ve 2017 Referandumları öncesi ANAYURT Gazetesinde yayımladığımız iki HAYIR sayfasındaki yazıları var.
2010 yazılarının başlıkları şöyle idi:
Bayar’ın Kızı Nilüfer Gürsoy ve DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk:        HAYIR
DP MKK Üyesi Nükhet Ocak Balkan:                                   Çağdaş Kadın Gözüyle HAYIR
DP Genel Başkan Yardımcısı Nuran Talu:                    Demokrat Kadın Neden HAYIR Diyor?
DP Mudanya İlçe Başkanı Meryem Bizimtuna:                        12 Eylül’de Nelere HAYIR?
DP Samsun İl Başkanı Feraye Keleşoğlu Kefeli:                                  AKP, DP’ye Benzemez
DP Kadıköy İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Dülger:                        Niçin HAYIR?
DP GİK üyesi Mehmet A. Demirer:                 HAYIR’ın Nedenleri eşittir DP ve AKP Farkları   DP GİK üyesi Mehmet A. Demirer:                            EVET Çıkarsa, Sonuçları?

2017 HAYIR sayfasında yer alan yazıların başlıkları ise şöyleydi:
Bayar’ın Kızı Nilüfer Gürsoy:                                                              HAYIR Diyorum
Hüsamettin Cindoruk:                                      Bu Referandum bir Yıkım Hareketidir
İnönü’nün Torunu, Gülsün Bilgehan:                 HAYIRlı bir iş için Hepimiz Birleştik
T. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu: EVET diyen de Bizim, HAYIR diyen de Bizim
AKP e. Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır: HAYIRlar Tükenmez
Mehmet Arif Demirer: ATATÜRK’e Saygılı Cumhuriyetçi Demokratlar HAYIR diyor

Görüldüğü gibi, Fethullah Gülen’in, Devletin (Yargının ve Güvenlik Güçlerinin) içinde iyice yerleşmesinin yolunu açan 2010 Referandumundan önce, DP Genel Başkanı, tüm kadın DP’liler, hepimiz, çok güçlü bir şekilde HAYIR demiştik. Ben, HAYIR’ın nedenlerinin DP ile AKP arasındaki farklılıklara dayalı olduğunu savunmuş ve farkların başında iki partinin ATATÜRK anlayışı olduğunu belirtmiştim.
DP, köklü bir Cumhuriyetçi Demokrat parti idi. AKP ise ATATÜRK ve O’nun kurduğu Cumhuriyet ile sorunları bulunan bir parti idi. Buna şaşmamak gerek çünkü AKP liderlerinin üstadı Necip Fazıl yazılarında devamlı ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinde durmuştu.
Nitekim 2010 Referandumundan 7 yıl sonra gelen 16 Nisan Referandumu, Sayın Cindoruk’un çok açık bir şekilde vurguladığı gibi,ATATÜRK’ün Cumhuriyetinin YIKIM HAREKETİ idi.
Ancak iki referandum arasında olumlu bir gelişme de kaydedilmiştir:
HAYIRlar7 yılda % 42’den % 49’a yükselmiştir. Bu artış 24 Haziran Seçiminde de devam ederse, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilemez. İlk turda % 40 – 42 arasında kalır.
İkinci turda alacağı sonuç hakkında tahminler ancak karşısında kimin olacağı belli olduktan sonra yapılabilir.İkinci turda Erdoğan’ın rakibinin kim olacağı için bakınız aşağıdaki iki anket sonucu:
ANKET SORUSU No. 1 -80 milyon TC vatandaşına: “T. C.’nin Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın mı olsun, erkek mi?”Cevap:
a.       40 milyon kadın vatandaşın cevabı, % 90 oranında: Kadın – 36 milyon
b.      40 milyon erkekvatandaşın cevabı, % 80 oranında: Erkek – 32 milyon
Sonuç No: 1: Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın olsun.
ANKET SORUSU No. 2 -ATATÜRK, İnönü ve Bayar’a: “T. C.’nin Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın mı olsun, erkek mi?”Cevap: Kadın
Sonuç No. 2:Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın olsun.
Bu tabloya bakarak ikinci turda Erdoğan’ın karşısında Meral Akşener olursa, Erdoğan kaybeder.Muharrem İnce olursa, Erdoğan’ın B ve C planlarını görmeden bir şey söylemek zor. Keşke 24 Haziran akşamı bir formül bulunabilse ve ikinci turda Erdoğan’ın karşısında kadın adayın (Akşener) olması sağlanabilse
Necip Fazıl’a (31 Ekim 1949 tarihli BÜYÜKDOĞU Dergisi) göre,     
           
ATATÜRK; Allah ve İslam Dini düşmanı, Cumhuriyet ise Türk Devletinin çöküşü idi.

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Günün Haberi "MEHMET ARİF DEMİRER" Devlet Bahçeli ile DENKTAŞ ADINA GÖRÜLECEK BİR HESABIM VARDI!, Sayın Devlet Bahçeli'ye AÇIK MEKTUP


DEVLET BAHÇELİ İLE RAUF DENKTAŞ ADINA GÖRÜLECEK BİR HESABIM VARDI!..
Denktaş Bey’e söz vermiştim, “Günün birinde bu hesabı görecek ve kapatacağım” diye. Bugün, o sözü yerine getiriyor ve borcumu ödüyorum.
Aşağıdaki 7 maddelik metin Denktaş Bey’in 16 Nisan 2004 sabahı bana ve rahmetli Kamil Raif Bey’e, “KKTC seçmenlerinin, 24 Nisan Referandumunda bir yanlışlık yaparak EVET demelerini önlemek için bir HAYIR kampanyası başlatacağım. Şu metni AKP dışındaki siyasi parti genel başkanlarına imzalatıp en geç Salı gününe kadar gönderin.” 16 Nisan Cuma idi.
Devlet Bahçeli Beyin İMZALAMADIĞI, Denktaş Bey’in HAYIR Kampanyası Metni:
1 – Annan Planı’nın bilinen yönleriyle, KKTC’yi temelden yok edeceği, Kıbrıs Türk Toplumunu ekonomik ve sosyal baskılar altında bırakacağı açıkça görülmektedir.
2 – Plan’ın pek çok yönü olduğu ve 24 Nisan tarihine kadar bütün bunların halka anlatılmasına olanak bulunmadığı da bir gerçektir.
3 – Plan bu hali ile uygulamaya konduğunda, masa başında anlaşamayan ve yıllardır ihtilaf halinde bulunan iki toplum, bir arada yaşamaya zorlanmış olacaktır. Bu ise gerek Ada gerek Bölge barışını büyük ölçüde tehlikeye sokacak bir durumdur.
4 – İçeriğini tam olarak bilmedikleri bir Plan’a ‘EVET’ demek için zorlanan, adeta dönüşü olmayan bir yola sokulan Kıbrıs Türk toplumuna büyük bir haksızlık yapıldığı kanaatindeyiz.
5 – Kıbrıs Türk halkının bu Plan’a ‘HAYIR’ demek hakkına da sahip olduğunu bu vesile ile beyan etmek isteriz.
6 – 24 Nisan Referandumundan ‘HAYIR’ çıkması halinde, bunca baskıya boyun eğmeyen bu değerli topluma bütün Dünya ister istemez saygı duyacaktır.
7 – Keza, Referandumdan ‘HAYIR’ çıkması halinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kadar, Türk Milleti, KKTC’nin yücelmesi ve güvenliği için, her türlü maddi ve manevi desteği, artan bir şevkle vermeye devam edecektir.
Aşağıdaki paragraflar da Devlet Bey’in, 15 Temmuz 1999 günü Denktaş Bey’in TBMM’deki tarihi konuşmasından sonra söz alarak yaptığı uzunca konuşmadan alınmıştır:
“Türkiye, her şeye rağmen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin arkasında durmak zorundadır; çünkü, Türkiye’nin vereceği her taviz, Kıbrıs Türklerini 1974 öncesine götürecek yolun açılmasına zemin hazırlayacaktır.
“Diğer taraftan, Kıbrıs’ta atılacak her geri adım, Türkiye’ningüvenliğini tehlikeye düşüreceği gibi, bütün uluslararası ilişkilerinde zemin ve itibar kaybetmesine yol açacak, başta komşuları olmak üzere, Türkiye’den, diğer konularda tavizler beklenmesini beraberinde getirecektir…
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bir gerçek olduğunun ve ebediyen var olacağının, bir çözümde esas teşkil etmesi gercekliğinin altını çizmek gerekir. Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan’ın değişmeyen politikası ortada dururken, çözüm adına bazı tavizlere yol açabilecek, özellikle de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin varlığını esas almayan görüşmelere devam etmenin anlamı yoktur."
Hangi Bahçeli'ye inanalım? 15 Temmuz 1999'da hamasi nutuk atana mı, 24 Nisan Referandumundan EVET çıkmasını isteyen AKP Hükümeti'ne, bugün olduğu gibiher konuda kayıtsız şartsız teslim olarak KKTC'yi bile gözden çıkaran 2004 model Bahçeli'ye mi?
Denktaş Bey'in hazırladığı HAYIR kampanyası metnini tereddütsüz imzalayanlar (ıslak imzalı metin bende): Ecevit, Yazıcıoğlu, Kutan ve Perinçek. İmzalamayanlar: Baykal, Ağar, Bahçeli.



Mehmet Arif Demirer
Hedefi ‘Kemalist – demokrat TÜRKİYE’ olan Dergi 
Güncel Yazılar No 2 – 14 Temmuz 2015
Çökertme Caddesi No 67/191 – Yalıkavak – Bodrum
demirer@kemalizm1938.org 0252 385 4423 - faks 0252 385 5443 demirer@dp1946.org

SAYIN (MHP BAŞKANI) DEVLET BAHÇELİ’ye AÇIK MEKTUP
Size;
7/8 Haziran gecesi alelacele neden Ana Muhalefet görevini benimsediniz, diye sormayacağım.
CHP’ni adayını HDP desteklerse bizim oylarımız geçersiz olur, demişken kendi adayınızın HDP’nin desteği olmadan seçilebileceğini, seçilmesini talep ettiğinizi nasıl düşündünüz, diye de sormayacağım.
Sık sık değişen Kırmızı Çizgilerinizin son şeklinde ilk sırada yer alan ‘PKK’nın silah bırakması’ konusunu koalisyon şartı olarak kime yönlendirdiğinizi hiç sormayacağım, çünkü bu şart, olsa olsa, idam cezasını ömür boyuna dönüştürdüğünüz Öcalan’a dayatılabilir.
Sormam gereken şu soruyu da sormayacağım, ilk seçimde kendi seçmeniniz soracak ve gereğini yapacaktır: “Allah aşkına; 7 Haziran öncesi meydanlarda bağıra bağıra ülkeyi AKP’den kurtaracağınızı vaat ettiniz, toplu olarak % 59 oy verdik, neden iktidar olup AKP’nin tahribatını düzeltmeye başlamıyorsunuz?”
Size ne soracağım Sayın Devlet Bahçeli, merak ediyor musunuz?
Önce, 2004 yılına dönelim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasına yönelik 24 Nisan 2004 Referandumunda AKP Hükümeti tarafından dayatılan ‘EVET’ kampanyasına karşı Denktaş’ın ricası doğrultusunda hazırlatılan Bildirideki şu cümleleri dikkatle okuyalım.
“Annan Planı’nın bilinen yönleriyle, KKTC’yi temelden yok edeceği, Kıbrıs Türk toplumunu ekonomik ve sosyal baskılar altında bırakacağı açıkça görülmektedir.
“İçeriğini tam olarak bilmedikleri Annan Planına ‘Evet’ demek için zorlanan, adeta dönüşü olmayan bir yola sokulan Kıbrıs Türk toplumuna büyük bir haksızlık yapıldığı kanaatindeyiz.
“24 Nisan Referandumundan ‘HAYIR’ çıkması halinde bunca baskıya boyun eğmeyen bu değerli topluma bütün Dünya ister istemez saygı duyacaktır.
“Keza Referandumdan ‘HAYIR’ çıkması halinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kadar, Türk Milleti, KKTC’nin yücelmesi ve güvenliği için, her türlü maddi ve manevi desteği, artan bir şevkle vermeye devam edecektir.”
Şimdi imza durumuna bakalım. Hiç tereddüt etmeden imzalayanlar: M. Yazıcıoğlu, B. Ecevit, R. Kutan ve D. Perinçek. Adının karşısında imza yeri boş duran: Devlet Bahçeli.
Sorumu soruyorum: Bu mudur MHP’nin Türk Milliyetçiliği anlayışı? Eğer bu ise, 23 Kasım 1961 günü 3 gün için gittiğim ancak, tanıyınca 30 gün kaldığım Hindistan’da ve daha sonra İngiltere’de, Almanya’da ve ikimiz de yurda döndükten sonra Türkiye’de sık sık görüştüğüm, mektuplaştığım (O’nun bana mektuplarını yayımladım) TÜRKEŞ ile ortak noktamız olan ‘Tüm Dünya Türkleri Bizimdir’ anlayışı (eskiden Turancılık, derlerdi) ile bu bildiriyi imzalamayan düşünceyle ve tutumla taban tabana zıt değil midir???
Sn. Mehmet Şandır’ın size getirdiği Bildiriyi neden imzalamadığınızı öğrenememiştik. On bir yıl sonra lütfeder açıklarsanız çok memnun olurum. Türkeş’in ve Denktaş’ın ruhları rahatlar

20 Nisan 2018 Cuma

ATATÜRK'E SAYGILI "CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLARIN SAFLARI BELLİ OLDU" Mehmet Arif DEMİRER (ANAYURT Gazetesi, 07 Nisan 2017 - Ankara)


DR. NİLÜFER GÜRSOY, ERTUĞRUL YALÇINBAYIR, Prof. Dr. METİN FEYZİOĞLU, MEHMET ARİF DEMİRER, GÜLSÜM BİLGEHAN VE HÜSAMETTİN CİNDORUK
***
“HAYIR” ATATÜRK’e SAYGILI CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR “HAYIR” DİYORLAR Mehmet Arif DEMİRER ANAYURT Gazetesi, 07 Nisan 2017
“HAYIR”
ATATÜRK’e SAYGILI CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR “HAYIR” DİYORLAR
Mehmet Arif DEMİRER
ANAYURT Gazetesi, 
07 Nisan 2017
Türkiye’de yalnız demokrat olmak yeterli değil. Yalnız Cumhuriyetçi olmak da yeterli değil. Çünkü arkamızda Anadolu topraklarında yaşayan Türk insanını özellikle 19 uncu yüzyılın tamamında ve 20 inci yüzyılın başlarında perişan etmiş bir Osmanlı deneyimi var.
Nedense bugün Tek Adam’a yönelik anayasa değişiklik paketine EVET demeye hazırlananların çoğu aynı zamanda o Osmanlı’nın özlemi içindeler. Tabii bu Osmanlıcı EVETçiler aynı zamanda safkan ATATÜRK karşıtları.
İşte bu referandumda bu sayfalardaki HAYIR diyenler Cumhuriyetçi Demokratlar. ATATÜRK’e saygılılar, Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile barışıklar, Milli İradenin milletin gücünden doğduğunu biliyorlar. Onun için de sınırsız demokratlar.
“HAYIR” derken EVET’in neler getireceğini ve de getirmeyeceğini çok iyi biliyorlar:
2019 seçimine (ya da ilk milletvekili seçimine) kadar seçim ve siyasi partiler yasası değişmeyecek.
Baraj Evren’in koyduğu yüzde on olarak kalacak.
Kolunu kanadını kendi kendine PKK için kıran HDP barajın altında kalacak.
AKP Meclis’te en büyük parti olacak.
AKP’li Cumhurbaşkanı adayı seçilecek.
AKP milletvekilleri on beş yıldır olduğu gibi halkın seçeceği AKP’li Cumhurbaşkanı ne isterse en ufak bir itiraz olmaksızın yapacaklar.
AKP’li Cumhurbaşkanı bakanları ve yardımcılarını dilediği gibi atayacak, istediği zaman görevden alacak. Bu konuda hiç kimseye hesap vermek zorunda değil.
AKP’li Cumhurbaşkanı’nın atadığı bakanları denetlemek için yeni anayasadaki 300, 360 ve 400 gibi sayılar hiçbir zaman oluşmayacağı için kağıt üzerinde var gibi görünen denetim mekanizması asla işlemeyecek.
AKP’li Cumhurbaşkanı istediği zaman çok çeşitli konularda Kanun Hükmünde Kararname çıkaracak. Bunları iptal edecek herhangi bir kanun Meclis’ten zinhar çıkmayacak.
AKP’li Cumhurbaşkanı yüksek yargıya dilediği kişileri atayacak/atanmasını sağlayacak.
Böylelikle AKP’li Cumhurbaşkanı yürütmenin Tek Adamı, AKP milletvekillerinin tamamının, eksiksiz olarak, desteği ile yasamanın da Tek Adamı olurken, atadığı yargıçlar ile yüksek yargıyı da denetiminde tutacak.
Menderes’in çok yanlış yorumlanmış bir sözü vardır. 29 Kasım 1955 gecesi haklarında yolsuzluk söylentileri bulunan DP’li üç bakanı istifaya zorladıktan sonra hükümetin tüm bakanlarını da istifa ettiren Demokrat Parti Grubuna söylemişti: “Siz o kadar güçlüsünüz ki, isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz.”
Bu söz, 537 milletvekili olan TBMM’nin mutlak çoğunluğunu (toplam milletvekili sayısının % 90’ını) oluşturan, 489 üyesi bulunan, ünlü DP Grubuna söylenmişti. Güç ölçüsünün tanımı idi. EVET çıkarsa o güç, gerçekleşmesi imkansız olan Hilafeti dahi geri getirebilecek güç, bu Anayasa değişiklik paketi ile 2019 seçimi sonunda gümüş değil altın tepsi üzerinde tek bir kişiye, AKP’li Cumhurbaşkanına, teslim edilmiş olacak.
Oysa bakınız bu konuda Gazi Mustafa Kemal 19 Ocak 1923 günü İzmit’te halk ile konuşurken neler söylemiş:
***
“…yakında çıkmış bir kitap gördüm. Bu kitaba vaz’ı imza edenin Hoca Efendilerden biri olduğunu anladım. O diyor ki, ‘Meclis Halifenindir.’
“EFENDİLER, BU KADAR SAKAT MANASIZ BİR ŞEY OLAMAZ. BU; DÜNYADA BENLİĞİNİ, İNSANLIĞINI VE HAKİMİYET-İ MİLLİYESİNİ ANLAMIŞ BİR HEYET-İ İÇTİMAİYENİN HİÇBİR VAKİT KABUL EDEMEYECEĞİ BİR SAFSATADIR.
“Meclis Halifenin değildir ve olamaz.
“Meclis yalnız milletindir. Ve ancak milletin vekillerinden mürekkeptir. Milletin verdiği salahiyet ve vezaifi ifa eden zevattan ibarettir. Binaenaleyh yalnız ve yalnız milletindir ve Meclis ancak milletin emrine mutavaat etmek mecburiyetindedir…
“O kitabı yazan Hoca Efendinin vezaif-i Hilafeti tetkik ve ifade etmek için karıştırdığı kitaplar Yezid zamanında yazılmış olan kitaplardır. O Yezid ki, Halife unvanı ile dünyanın en zalim ve müstebit hükümdarıydı. Binaenaleyh o kitaplarda vezaif-i Hilafet olarak yazılmış olan şeyler Yezid’in vezaif-i saltanat-ı müstebiddanesidir.”
***
İşte Gazi Mustafa Kemal’in 1923 yılında 8 milyonluk Türkiye için ret ettiği bir rejimi bu anayasa değişikliği ile 80 milyonluk Türkiye için getirmiş olacağız, eğer EVET dersek.
İşte ATATÜRK’e saygılı olan bizler, İkinci ve Üçüncü Cumhurbaşkanlarımızın torunu ile kızı, TBMM eski Başkanı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, ilk AKP hükümetinin Başbakan Yardımcısı ve ben 2019 seçiminde oluşacak bu Tek Adam Rejimini son derece tehlikeli gördüğümüz için, ATATÜRK’ün Cumhuriyet Devrimlerine sımsıkı bağlı olduğumuz için, Demokrat olduğumuz için, 16 Nisan’da HAYIR diyeceğiz.

19 Mart 2018 Pazartesi

"ATATÜRK’tenMENDERES’e ŞEKER FABRİKALARI" ve "ATATÜRK’TEN MENDERES’E KAYSERİ TAYYARE FABRİKASI" Mehmet Arif DEMİRER

ATATÜRK’ten MENDERES’e ŞEKER FABRİKALARI 
26 Şubat tarihli ANAYURT yazımın başlığı, “Şeker Fabrikaları Bir Atatürk Projesidir” idi.

ATATÜRK döneminde dört şeker fabrikası kurulmuştu:1926 yılında, gün farkı ile art arda açılan Alpullu ve Uşak fabrikaları ile 1933 yılı sonunda üretime geçen Eskişehir ve bir yıl sonra Turhal şeker fabrikası.

ATATÜRK, 17 Kasım 1937 günü Pertek’te şeker ile ilgili ortaya şöyle bir hedef koymuştu:“Şeker fabrikalarının sayısı yirmiye çıkmaz ve şekeri ekmek kadar kolay alınır hale getirmezsek, gürbüz çocuklara hasret kalacağız”

Hedef, dört şeker fabrikasına, on altı yeni fabrika ekleyerek, yirmi fabrikaya ulaşmaktı.

Başbakan Celal Bayar’ın 17 Eylül 1938 günü ATATÜRK’e arz ettiği 1938 Kalkınma Planında (4 Senelik 3 Numaralı Plan) ikisi Doğu illerinde olmak üzere dört senede dört yeni şeker fabrikası vardı. Dört yılda dört yeni şeker fabrikası.

2. Dünya Savaşı’nın araya girmesi ve başka nedenlerle 1950 yılına kadar yeni bir şeker fabrikası kurulamamış ve dört fabrikanın üretimi talebi karşılayamadığı için Başbakan Hasan Saka, 18 Eylül 1948 tarihinde, tüketimi kısmak amacı ile şeker fiyatlarına “Ölçülü bir zam” yapılacağını açıklamıştı. Ölçülü zam % 60 idi !

14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde iktidar değişti ve Demokrat Parti 416 milletvekili ile tek başına iktidar oldu. CHP’nin milletvekili sayısı 61 idi.

22 Mayıs 1950 tarihinde Başbakan olan Menderes, 1946 – 1950 döneminde, vatandaşlara (nüfusun yüzce sekseni köylerde yaşıyordu) elinde tuttuğu kesme şekeri göstererek, “Bu şekerdir. İktidara gelince ben size Türk Şekerini sunacağım” sözü vermişti.

ATATÜRK’ün Pertek’te koyduğu hedefe Menderes’in vatandaşlara verdiği söz de eklenince 1951 yılından itibaren Şeker Şirketi (Türkiye Şeker Fabrikaları A. Ş.) fazla mesai yapmak zorunda kalmış ve şu fabrikalar peş peşe açılarak üretime geçmişlerdi.

Adapazarı 1953,

Konya, Amasya ve Kütahya 1954,

Susurluk, Burdur, Kayseri 1955,

Erzurum, Erzincan, Elazığ ve Malatya 1956.

1954 seçimlerinde T. C. siyasi tarihinin rekor oyunu (% 58.4) alarak yeniden Başbakan olan Menderes’in fotoğrafını AKİS Dergisinin kapağına alan rahmetli Metin Toker,Menderes’i okuyucularına şöyle tanıtmıştı: “Cumhuriyetimizin en muktedir Başvekili: ADNAN MENDERES” ‘En muktedir’ derken hem Menderes’in seçimde aldığı % 58.4 oyu hem de 12 aylık bir süre içinde açılan ilk dört şeker fabrikasını dikkate almıştı AKİS başyazarı.

Menderes, 27 Mayıs Darbesinden önce iki yeni şeker fabrikasının temelini daha atmıştı:

1957’de Kastamonu-Taşköprü ve 1958’de Ankara fabrikaları.

Kastamonu fabrikasının temel atma töreninde şöyle konuşmuştu, Menderes:“İktisadi İstiklal Mücadelesinin Meydan Muharebesi kazanılmıştır.”

ATATÜRK’ün on altı yeni fabrika hedefine on üç fabrika ile % 81 oranında yaklaşan Menderes, Adapazarı fabrikasının açıldığı 1953 yılı ile Malatya fabrikasının açıldığı 1956 yılı arasında sadece üç yılda on bir şeker fabrikasını kurup üretime geçirerek bir rekor kırmıştı.

Altmış yıl sonra bugün ATATÜRK’ten ve Menderes’ten kalan şeker fabrikalarını tartışırken iktisadi istiklal mücadelemizin meydan muharebelerini unutmuş gibiyiz.

Yarın: ATATÜRK’ten Menderes’e Tayyare Fabrikası
***
ATATÜRK’TEN MENDERES’E KAYSERİ TAYYARE FABRİKASI
1926 yılında Türkiye’de üç fabrika kuruldu:

Alpullu ve Uşak Şeker Fabrikaları ile Kayseri Tayyare Fabrikası.

Aşağıdaki satırlar, 18 Mart 2018 günü gelen bir eposta iletisinin ilk satırları:

“Atatürk’ün büyük hayallerinden biri havacılıktı.

“6 Ekim 1926 yılında ilk uçak fabrikası Atatürk tarafından Kayseri’de kuruldu.

“1950’li yıllarda Türkiye ABD ile çok yakınlaşmıştı.

“ABD Hükümetini Marshall yardımı adı altında uyguladığı yardım çerçevesinde hazır uçak ve motor verince Türk yetkililer uçaklarının üretimi durdurmuştur.

“Dönem Adnan Menderes dönemidir…”

Bunlar da gerçekler:

Kayseri Tayyare Fabrikası Türkiye ile Alman Junkers A. G. Şirketi arasında ortak kurulan Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi’nin kuruluşu idi. Şirket 1929 yılında mahkeme kararı ile iflas etti. Fabrikada üretim 1928 yılı Mayıs ayında adı geçen şirketin Alman müdürü Sachsenberg tarafından durdurulmuştu.

Fabrika 1931 yılında yeniden üretime başladı. Bu defa Amerikan Curtiss şirketi ile bir antlaşma imzalanmıştı. Bu antlaşma da 1934 yılında sona erdi.

1936 yılında fabrikada bu kez de Alman Gotha eğitim uçakları ile Polonya’nın PZL av uçaklarının montajına başlandı. 2. Dünya Savaşı başlayınca bu faaliyet de durdu.

Kayseri Tayyare Fabrikasında en son 1941 yılında İngiliz eğitim uçağı Miles Magisterlerin üretimine başlandı. Ancak 1942 yılında Türk Hava Kurumu’nun (THK) talebi üzerine bu eğitim uçaklarının üretimi, Kurum’un; vatandaşların Bağış Paraları ile Etimesut’ta kurmakta olduğu uçak fabrikasına kaydırıldı ve Kayseri’de uçak üretimi 1942 yılında sona erdi.

Bu tarihte (1942) Adnan Menderes CHP milletvekili idi. ABD Marshall Planı uygulaması 1947-1948 yıllarında başladı. Türkiye Savaş’a girmediği için plan kapsamına alınmamıştı ancak acil yatırımları için dövize ihtiyacı vardı. Israrlı bir şekilde Plan kapsamına alınması için ricacı oldu ve 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile imzalanan Ekonomik İş Birliği Antlaşması ile Plan kapsamına (adeta zorla) girdi. İlk kredi dilimi 10 milyon dolar idi.

Türkiye, Marshall Planı kapsamında proje bazında para (hibe veya kredi) aldı. Uçak muçak almadı.

THK’nun Bağış Paraları ile kurduğu ve yönetimini Türkiye’ye iltica eden Polonyalı Havacılara teslim ettiği Uçak ve Uçak Motorları Fabrikasının 1948 yılında Başbakanlık Umumi Murakabe Heyeti Raporları (2 Rapor toplam 90 sayfa) ile “tamamen mefluç ve muattal” olduğu tespit edildi ve Raporların önerileri doğrultusunda MKEK’na devredildi.

1948 yılında bu raporlar düzenlendiğinde Adnan Menderes muhalefet partisi milletvekili idi.

Kaynaklar: 2017 yılında yayımlanan “ATATÜRK’ün Tayyarelerinin Tarihçesi” başlıklı kitabım (2 cilt 704 sayfa, Türkiye’de ilk kez adı geçen raporları da içeriyor), ve 2015 yılında yayımlanan “II. Dünya Savaşı’nda Ankara’da Polonyalı Havacılar” (Dr. Osman Baş ile ortak yayın) başlıklı kitabım.

SONSÖZLER: ATATÜRK Alpullu Şeker Fabrikasını 1930 yılında ziyaret etti. Ve gördüklerinden çok memnun kaldığını yazdı. Kayseri Tayyare Fabrikasına 1934 yılımda gitti. Yirmi dakika kaldı. Memnun kaldığını belirten tek bir satır yazmadı, fotoğraf çektirmedi.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

"27 MAYIS 1960 – 27 MAYIS 2017", Gazeteci-Yayıncı, Araştırmacı-Yazar: Mehmet Arif DEMİRER

27 MAYIS 1960 - 27 MAYIS 2017
Mehmet Arif DEMİRER
27 Mayıs 1960, bir Cuma günü idi. 
Öğle yemeği için Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi davet etmişti. Haziran ilk haftasında başlayacağım Afrika seyahatimi konuşacaktık. Johannesburg’a kadar (tek yön) uçak biletim alınmış, Johannesburg’da 8 hafta çalışacağım iş ayarlanmıştı. Dönüş ise bir iddia üzerinden kendimi bağladığım Cape Town – Kahire (12 700 km) otostop girişimi olacaktı. Cambridge’in ünlü kitapçısı Heffers’de kitaplara bakarken (o yıllardan kalan bir adet oldu, cumaları kitapçı gezmek) bir arkadaşım geldi, “Senin ülkende darbe olmuş” dedi. Büyükelçiyi aradım, “Gelebilirsin, telefon hatları kesik, bugün sakin geçer” dedi.
27 Mayıs’ın aileleri perişan eden travmaları...
DP AFYON MİLLETVEKİLİ
VE ULAŞTIRMA BAKANI 

ARİF DEMİRER
Öğle yemeğinde 27 Mayıs’a rağmen Afrika’dan vaz geçmedik, gittim otostopu da yaptım.
Bu arada babam Yassıada’da, annem ve kardeşim Ankara’da kaldılar. Babam daha sonra beraat ettiği için ailem Kayseri yıllarını acısını yaşamadı. Başka anlatımla 27 Mayıs’ın aileleri perişan eden travmalarını göreli olarak daha az yaşadık, ailece.
1962 yılında babam İngiltere’ye geldi. Ben İngiliz arkadaşlarımla 1961 – 1962 yıllarında mezuniyetten sonra çıktığımız, bir yıl süren tetkik seyahatimizim raporunu yazıyordum.
23 Kasım 1961’de Yeni Delhi’de tanıştığım Türkeş’ten (mektuplaşıyorduk) bir telgraf aldım: “Birkaç günlüğüne Londra’ya gelsem görüşebilir miyiz?” Brüksel’de toplanan ünlü 14’ler dağılma kararı almışlardı. Artık Türkeş’in yanında Özdağ gibi birkaç kişi kalmıştı.
Londra’da, ünlü Ritz otelinde tarihi bir buluşma ayarladık, kardeşim Ahmet ile. Yassıada mağduru Arif Demirer ile Yassıada mimarı Alparslan Türkeş arasında, Ağustos 1962.
Babam çok sakin bir adamdı. Hiç kavga ya da küfür ettiğini görmedim, işitmedim. Türkeş’e, “Albayın size kızgın değilim, kırgınım. Türkiye’yi raydan çıkardınız, bir daha kolay kolay rayına oturtulamayacağını düşünüyorum” dediğini çok iyi hatırlıyorum, hiç unutmadım. 
Buraya kadarı geçmişte kalmış bir nostaljik hatıra ama o söz çok doğru imiş. Türkiye bir daha eskisi gibi olmadı. Ve fiziksel kalkınmaya rağmen huzur ve barış ortamı yerini bölünme ve kavga ortamına bıraktı.
27 Mayıs’tan sonra darbe yönetiminin birinci çok olumsuz gelişmesi Yassıada hukuk skandalı idi, ikinci ve kalıcı, aynı ölçüde olumsuz, gelişmesi ise milletin yarısının temsil edilmediği Kurucu Meclis’te hazırlanan anayasa oldu: Milletin yarısının karşı olduğu 1961 anayasası. Bu konuda yayımlanmış kitap sayısı bir elin parmaklarından azdır. Tevazu bir yana benim 2010 yılında yayımladığım Türkiye’de Anayasa Oyunları kitabının iyi bir kaynak olduğunu düşünüyorum. DP milletvekilleri Yassıada’da hiç kimsenin güvenmediği darbe mahkemesinde yargılanırken CHP milletvekilleri Kurucu Meclis’te tek yanlı hazırlanmış (CHP tarafından) anayasa taslağını tartışıyor ve “en yüksek devlet maaşı” alıyorlardı.
Darbe kadar bu eşitsizliğin oluşturduğu haksızlığın izleri de hiçbir zaman silinmedi.
27 Mayıs ile meslek hayatımda ayrıntılı bir şekilde ilgilenmedim, 1993 yılında Demokrat Parti Genel İdare Kurulu üyeliğine seçilene kadar. 1993 yılı Aralık ayında 6 Eylül 1955 Olaylarını incelemeye karar verdim. Önce iki kişiye birer soru yönelttim: Selanik’teki bombanın patlatılmasını azmettirdiği iddia edilen Nevşehir eski valisi Oktay Engin. Yazılı olarak bu iddiaların tamamen uydurma olduğunu bildirdi. İkinci kişi MİT Müsteşarı Fuat Doğu idi. Fuat Paşa ile 1966 yılında tanışmıştım. Bana yedek subaylık görevimden sonra iş MİT’te iş teklif etmiş, karşılıklı bir ağabey – kardeş ilişkisi oluşmuştu: “Paşam 1955 yılında Milli Emniyet bu olaylara bulaşmış mıydı?” Cevap, kesin “HAYIR” idi.
Başladım araştırmaya ve Yassıada’daki 3 numaralı dosya ile karşılaştım. Baştan aşağı bir rezalet örneği idi. 1995 yılında 6 Eylül 1955 – Yassıada 6/7 Eylül Davası kitabım çıktı.
Artık yavaş yavaş 27 Mayıs darbesinin, babamın Ritz Otel’de Türkeş’e söylediği “raydan çıkma ve yeniden rayına oturtamama” olgusunun izleri netleşiyordu kafamda.
6 Eylül 1955 kitabımda Yassıada’daki o kepaze davayı geniş bir şekilde (Türkiye’de ilk defa) incelemiş (gazete kupürlerinden değil, Yassıada tutanaklarından) ve bölünmüşlüğün insanları ne ölçüde insafsızlaştırdığını görmüştüm. Kişisel kini nedeniyle yalancı şahit Coşkun Kırca (1995 yılında kısa bir süre Bayan Çiller bu kişi T. C. Dışişleri Bakanı yaptı !) ortaya çıkarılmayan bir telgrafı kullanarak olayları Zorlu ve Menderes’in sırtına yüklerken kim bilir ne kadar mutlu olmuştur. Yargı da 5 Ocak 1961 günü hükmünü verdi: Zorlu ve Menderes’e    6’şar yıl hapis. Bir gün sonra 6 Eylül 1955’de DP İstanbul İl Başkanı Orhan Köprülü Kurucu Meclis’e üye oldu ! O mahkumiyet kararı bugün T. C. aleyhine delil olarak kullanılıyor.
Yassıada davasını Anayasa Mahkemesine taşıdım, yeniden Yargılanma talebi ile. Dilekçem çok ayrıntılı idi, ekinde de 1955 kitabım vardı. Yekta Güngör Özden Başkan, Ahmet Necdet Sezer Başkan Yarımcısı idiler. Bir davanın İade-i Muhakemesinin ön şartı ortaya yeni bir delil ve/veya tanık çıkarmaktı. Her ikisini de çıkardım: Coşkun Kırca’nın bahsettiği telgraf (hiçbir zaman ortaya çıkarılmamış ama mahkumiyet kararı o telgrafa dayalı olarak verilmişti). Tanık da DP Ankara Milletvekili Ramiz Eren. 5 Eylül 1955 gecesi Menderes ile birlikteydi.
Dilekçem kabul edildi. Dosya açıldı ve numara aldı. Usulen Yargıtay Başsavcısına soruldu. Telgraf yeni delil sayılır mı, diye. Abuk sabuk bir cevap geldi: HAYIR. Yeni değilmiş. Oysa Yassıada’da telgrafa değinilmişti ama ortaya çıkarılmamıştı. Dava reddedildi. Anayasa Mahkemesinin Başkan Vekili Güven Dinçer muhteşem bir karşı oy yazdı. Yassıada yargılamasını doğru dürüst anlamak için herkes okumalıdır. Yayımladım.
Artık 27 Mayıs darbesi konusunun sonlarına geliyordum. Önce Demokrat Parti’nin 60. Yılında (2006) yayımladığım 7 kitapla 10 yılın hesabını verdim ve 27 Mayıs’tan sonra DP aleyhinde üretilen gerçekdışı senaryoları bire birer çürüttüm, ülke ekonomisi ağırlıklı olarak.
2012 yılında ise 720 sayfa uzunluğunda (büyük boy) kitabımı yayımladık: 27 MAYIS – Masallar ve Gerçekler.  Masalların da gerçeklerin tüm ayrıntılarını bu kitapta topladım.
27 Mayıs yeniden yargılansın.

Gelelim 27 Mayıs 2017. Türk Milleti ortalık yerinden bölünmüş, herkes birbiriyle kavgalı, ülke televizyonları her akşam ölüm haberleri ile başlıyor (şehitler) ve adi cürüm olayları ile sona eriyor, kadın cinayetleri vs vs. Bu ortamda bir haykırış: 27 Mayıs yeniden yargılansın.
Mümkün değil. Yassıada’nın hiçbir davasını iade-i muhakeme koşulları ile buluşturamazsınız.
Ancak şu mümkün ve bence babamın Türkeş’e söylediği ile ilişkili. Türkiye’nin bir daha rayına oturtulamayacağını düşündüğünü söylemişti o sıcak Ağustos (1962) günü.
Türkiye’yi yeniden çıkarıldığı raylara oturtmak için 27 Mayıs Darbesi ile hesaplaşmak gerekiyor. Bunu yargı yoluyla, hele yargının bugün içinde bulunduğu ortamda, yapamazsınız. Olmayacak duaya “Amin” demek ancak zaman kaybettirir.
Yapılacak şey konunun millete götürülmesini sağlamak. Bir çeşit halk mahkemesi. Kadro:
İddia makamında Ümit Kocasakal, ısrarla 27 Mayıs’ın devrim olduğunu iddia eden bir hukukçu. Ayrıca CHP Genel Başkan adayı olduğunu ilan ediyor !
Yargıç: Türk Milleti
Savunmada: Demokrat Parti’yi doğru okumuş kişiler.
Savcı iddianameyi (Masalları) okusun bizler de Gerçekleri ortaya koyalım ve 27 Mayıs’ı ilk ve son kez Türk Milletinin (tvde) önünde tartışalım, adını koyalım ve konuyu kapatalım.